Yazılarımda goygoyun önemli bir yeri olduğunu daha önce denk gelenler biliyordur. O yüzden bu yazıya nasıl başlayacağımı pek bilemedim. Çünkü biraz hassas bir konu olduğunu biliyorum. Kimsede kötü hisler uyandırmak istemediğim gibi kimsenin de bu yazıyı kişisel alıp bana saldırmasını tercih etmem. Çünkü amacım aslında siyaset konuşmak değil. Fakat sürecin ve sonuçların üzerimizdeki etkileri üzerine benim de fikirlerim var ve onaylanmama, yanlış anlaşılma gibi kaygılardan dolayı paylaşmazsam kendimi pek iyi hissetmeyebilirim.
İzin verirseniz önce niyetimi biraz açıklamak istiyorum. Daha doğrusu bu yazının bir yargılama değil yapıcı olma motivasyonu ile yazıldığına sizi ikna etmek istiyorum.
Ben değişimi destekliyorum. Sadece siyasi meselelerde değil, hayatın her alanında. Her bir yapının kendi içinde kendine özgü bir değişim ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Psikoterapi sürecinde bile aynı terapistle çok uzun süre çalışılmasını tercih etmeyiz. Bu ne terapistin kötü olduğu anlamına gelir ne de yeni terapistin eskisinden daha iyi olduğu. Yani değişim aslında daha iyi, daha harika olma amacı ile değil, daha farklı bir perspektifi hayata dahil edebilmeyi ve daha da gelişebilmeyi öncelikler. Başarıdan bahsediyorsak eğer, başarıyı bu şekilde görmekte fayda var.
Değişimin getirdiği bir diğer şey ise ferahlıktır. Zordur, sancılıdır ama insanı kendine döndürür.
Peki değişim hep bir memnuniyetsizlikten sonra mı yapılmalıdır? Hayır. Her şeyin bir süresi vardır. Hayatın kendisi bile tükenen bir şeyken içinde barındırdıkları tükenmez mi hiç ? Tükenir. Tükenirken de tüketir. O yüzden insani bir haktır değişim. Bir işe girerken sizden 30 yıl orada çalışacağına dair garanti istemeleri haksızlıktır. Siz buna tamam derseniz o da sizin kendinize yaptığınız haksızlıktır. O iş yerinde size hiç kötülük yapılmayacak bile olsa. Çünkü her şey sadece iyilik-kötülük, fayda-faydasızlık ile ilişkili değildir, olmamalıdır. En azından insan ruhunu göz önünde bulunduruyorsak..
Değişmezse ne olur?
İnsan muhteşem bir varlık olduğu kadar muhteşem olmayan bir varlık aynı zamanda J Yani kim kendini her gün baştan aşağı yeniliyor, öğreniyor, harekete geçiyor ve bir günü diğer gününden hep daha ileri gidiyor? Bu çabayı gösteren kamil insanlarımıza buradan sevgiler gönderiyorum ama çoğunluğumuz orada değiliz. Haliyle kendimizi tekrar etmeye çok yakınız. Bireysel hayatlarımızda zaman zaman hissettiğimiz sıkışmışlık hissi de biraz bundan kaynaklanıyor. Kendimiz bu kadar yenilenemediğimiz için, hayatımızdaki değişimlerle yenilenme gücü buluruz. O yüzden bazı şeylerin değişmesine izin veririz ki o değişim de bizim değişimimize ön ayak olsun. Değişimin, akışın olmadığı yerde, tıkanıklık, sıkışmışlık haliyle çaresizlik hissi olur.
Sonuçları tartışmayacağım; nedenlerini, bundan sonra ne olacakları… Çünkü ben anlamam. Zaten apolitik bir insan olarak tanımlıyorum kendimi. Bunun sebeplerini biliyorum ama bu yazının konusu değil. Yani işin bu tarafı üzerine laf kalabalığı yapmak istemem. Ama çok açık ki, bir kesim artık kendinin görülmediğini, kendi tercihlerinin bu ülkede asla bir karşılığının olmadığını derinden hissetmeye başladı. Diğer kesim de uzun süredir verdiği oyla paralel sonuçlar gördüğü için evin gözde çocuğu hissini yaşıyor. Her iki kesimin de yaşadığı his çok güçlü. O hisler de kolaylıkla yıkıcı davranışlara dönüşebiliyor. Mesela seçim sonrası “Koyduk mu?!” diye bir paylaşımla karşılaştım. Ama aynı zamanda şu anki sonuç yönünde oy verenlere hakaret içerikli bir paylaşımla da karşılaştım. Bu nasıl bir mesele haline döndü? Türk halkının hayrını konuşup oyladığımızdan emin miyiz? Yoksa bu ana baba problemine mi döndü biraz?
Futbol ve siyasete bizim ülkemizde olması gerekenden biraz daha farklı bir anlam yükleniyor. Tuttuğumuz takıma ya da desteklediğimiz partiye laf edilince aileden birine küfredilmiş gibi tepki veriyoruz. Bu biraz garip. İşte ben bu yazıyı tam bu sebepten yazıyorum. Bu garipliği kullandığımız oy değil bizim eylemlerimiz, söylediklerimiz ve nerden bakmayı seçtiğimiz değiştirebilir ancak. Daha makul bir siyasi süreci de bu değişim sağlayabilir. Muhtemelen hepimiz biliyoruz bunu, kimsenin bilmediği bir şey söylediğimi iddia etmiyorum. Ama kritik nokta sabır. Ve belki bu değişimi gözle göremeyeceğimizi bilsek bile bunun uğruna gayret gösterme. Her gün. Samimi çabanın bu olduğuna inanıyorum.
Peki bunu nasıl yapacağız?
Kendimizle dürüst olmakla başlayalım. Ülkenin nereye gittiğini entelektüel bir düzeyde tartışmanın, nedenleri analiz etmenin ötesinde neler yapıyoruz? Bu bir yargı cümlesi değil. Cevap arayan bir soru. Bunları netleştirmek içimizdeki duygulara temas etmenin bir yolu aslında. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, içinde bulunduğumuz şartlarda, oy kullanmak ve oya sahip çıkmaktan öte sorumluluklarımız da var. Baya emek vermek gerekiyor. Ve emeğimizin karşılığını da uzunca yıllar göremeyeceğimizi biliyoruz. Ve bir türlü bunu kabul etmek istemiyoruz. Bu kabul etmemeyi haksız bulmuyorum. Çünkü insani bir hak için bu kadar emek vermek zorunda olmak çok ağır geliyor. Bu arada şunu net olarak yazayım. İnsani hak derken hangi parti, hangi siyasi lider ile yönetilirsek yönetilelim, fikirlerimizle, inançlarımızla, güvenlik kaygısı yaşamadan, sosyal hayattan dışlanmadan, siyasi fikirlerimizin iş bulma sürecimizi etkilemediği bir hayatı yaşama hakkından bahsediyorum. Bir Avrupa ülkesinde ya da Amerika’da birazcık kalmış biri o yüzden bu kadar güzellemeler yapmaya başlar başka bir ülkedeki yaşama. Çünkü orada zaten hakkı olan için çaba sarf etmek zorunda olmadığını fark etmiştir.
Biraz da bunu açayım.
Ben siyasi tercihim ne olursa olsun cumhurbaşkanını gündelik hayatımda görmem. Pek temasımız olmaz kendisiyleJ Benim gördüğüm şey otobüse bindiğimde gördüğüm muameledir. Hatta onun öncesinde otobüsün arkasından sürüklenişimdir. Çünkü otobüs şoförü otobüsün doluluğundan dolayı o durakta durmama kararını kendi kendine verip basıp gidebilir. Durakta bekleyen yolculara hiçbir bilgilendirme yapmak zorunda hissetmeyebilir. Durakta da buna dair bir duyuru olmayabilir. Ve ben işe nasıl yetişeceğimi o otobüsün bir sonraki geçme saatinin ne olduğunu hatta geçse bile yolcu alıp almayacağını bilmeden beklemek zorunda kalabilirim. Ya da taksiye binsem mi diye düşünüp para hesabı yapmak zorunda kalabilirim. Taksinin sizi alıp almayacağı, aldığı ama gideceğiniz istikametten memnun olmadığı için trip attığı, terslediği seçeneğine hiç girmiyorum. Almanya’da tramvay durağına bakıyordu odamın penceresi. Durakta insan olmamasına, tramvaydan inen yolcu olmamasına rağmen tramvay o durakta durup beklemesi gerektiği kadar beklerdi. İnsani haktan kastım bu.
Durum bu. Ne yapacağız kısmına gelelim. Siz söyleyin, ne yapabiliriz mesela bu örnek için? Benim aklıma gelen şey şoförle iletişim kurmak. Günaydın demek, selamlaşmak. Şoförlerle çalışan bir psikolog dostum bahsetmişti bunun ne kadar önemli olduğundan. O günden beri her otobüse bindiğinde şoföre selam veriyormuş. Ben de kızmıştım kendime nasıl bunu göremem diye. Düşünsenize böyle es geçtiğimiz, hiç görmediğimiz İNSANLAR var. Bir blogda okumuştum, bloğun yazarının çantasında 2 elma varmış. Otobüse bindiğinde çıkarmış birini şoföre vermiş. Adam 30-40 yıllık çalışma hayatı boyunca (tam hatırlamıyorum çalışma süresini)kimsenin ona bir şey ikram etmediğini söylemiş. Şaşırmış. Mutlu olmuş.
Ben bunu yapmadan, bir insanı görmeden, ihtiyacını fark etmeden, yapabileceğim kadarını yapmadan verdiğim oyun kaygısına düşüp birilerine öfkelenince “sadece ben” demekten pek de öteye gitmemiş oluyorum gibi geliyor.
Bu öfkenin bir muhatabı da kendimim aslında. Ve içimde bir yer bunu çok çok iyi biliyor.
Bu çağrıyı bir de ben yapayım;
Şimdi birlik olma zamanı! Çözümü gündelik hayatlarımızda üretme zamanı.
Çok hoşlanmadığımız insanlar olabilir. Ama kınamamak için gayret edebiliriz. İçimizdeki yargılayıcı sesi susturabiliriz. Herkesi sevmek zorunda değiliz, herkesle anlaşmak zorunda, herkesi hayatımıza almak zorunda değiliz ama bu yargılama hakkı da vermiyor. Yaşadığımız ortak alanlar var o alanlarda bir şeylerin değişmesi şart. İçinden, birinin bir davranışını kınamak geldiği zaman sustur zihnini, başka bir şeyle oyalan. Neye hakkın olup olmadığını tekrar sorgula. Bir durumdan rahatsız olduğun zaman sayıp sövmek yerine önce “nasıl çözebilirim”e odaklan. Ama yarın sonuç görmeyi de bekleme. Sosyal medyayı öfkeni ifade etmek için kullanma. Evet değişim istiyorsan yolu bu. Ve muhtemelen istediğin sonucu sen göremeyeceksin. Ben göremeyeceğim. Bunu bilerek tekrar sorgula, gerçekten değişim için kaygılananlardan mısın? Eğer diyorsan ki “ben göremeyeceksem ne anlamı var,” o zaman adını tekrar koy beklentinin. Değişimi, özgürlüğü, özgür düşünceyi değil özürlüğünü ve özgür düşünceni önemsiyor olabilirsin. Sadece kendi konforuna odaklanıyor olabilirsin. Bu kötü bir şey değil. Ama bunun çözümü başka. O zaman hızla buna nasıl ulaşabilirsin bunun planını yapman gerek. Önce adını koy ne istediğinin. Onun için de harekete geç. Eylem yoksa bu duygular baş edilmesi zor duygular. Ve dönüp dolaşıp yine seni beni bulacak, yani her şey daha iyi olmayacak. Eğer samimi niyetli eylemler yoksa…
Bildiğiniz üzere bu yazıyı Amerika’dan yazıyorum. “Oradan konuşmak kolay” diyenler olabilir. Doğru, buradan konuşmak kolay valla. Konuşmak zaten başlı başına kolay bir şey. Ama bu kaosun dışından konuşabilmek daha da kolay.
Bunları böyle gönül rahatlığıyla söyleyip azcık hava atmayı isterdim ama herkesin kaosu kendine. O yüzden şimdi ama benim de şöyle şöyle zorluklarım var mücadele etmem gereken yarışına girmeyeceğim. Çünkü bu yazının asıl amacı buydu zaten, bu “şey” yarışını bir kenara bırakmaya niyet etmek 🙂
N’olur olabildiğince yapıcı eylemleri dahil edelim hayatımıza.
İçinden/dışından bir başkasını hunharca kınamayı geçiren “şekerpare” desin ve kendine gelsin. Formül olarak bunu öneriyorum 🙂
Sevgilerimle
Zeynep
Yazılarınızı okumak zihnimi dinlendiriyor,bir yerde de keyif veriyor. Siz hep yazın?
Almanyadan sevgiler.
çok teşekkür ederim 🙂
Bu yazı çok iyi geldi. Gercekten motive ediyor. Teşekkürler:)
Ben de bu güzel geri bildiriminiz için teşekkür ederim 🙂