
Uzun süre yaşayan yazarların eserlerini okumakta sıkıntı yaşadım. Tabii ki ne eserin ne yazarın bir suçu var. Benim ancak ölmüş, hatta mümkünse benden en az bir yüz yıl önce yaşamış yazarları ciddiye alabiliyor olmamdı sıkıntılı olan. Bir türlü Orhan Pamuk okuyamayışımın sebebinin böyle bir şey olduğunu biliyordum ama o sebebi hiç sesli söylemedim. Ağızdan çıkan bir şeyin üstünü örtmek mümkün olmadığından sanırım, ben de hiç dile getirmemiş, böylece altını kazmak mecburiyetinde bırakmamışım kendimi.
Bir davranışı değiştirme ihtiyacı hissettiğimizde mümkün olduğunca arkasındaki deseni ve motivasyonu anlamaya çalışırız ki köklü ve içe sinen bir değişim için adım atabilelim. Benim yaşayan yazarları okuyabilir ve eserlerinden keyif alabilir hale gelmemin arkasında ise böyle sıralı bir çözülme ve yeniden düğümleme hikayesi yok. Farkındalık sonradan geldi diyebilirim. Daha doğrusu ne olup bittiğinin adını yaşayan yazarlarla ilişki geliştirdikten sonra koyabildim. O yüzden hayatımdaki bu değişimi ayrıca kıymetli buluyorum. Şimdi hepsini anlatacağım ve yazarı öldürme mecburiyetini de pek çoğumuzun hayatına değen bir yere bağlayacağım.
Öncelikle ölü yazar tercihimden başlayayım.
Hepimiz kendimizi belli alanlarda belli seviyede eksik ve kusurlu hissederiz. Oldukça insani olan bu hislerle ağzımızın tadını çok bozmadan yaşayabilmek için de belli sistemler kurarız. Bu gerçekle karşılaşmamak için önlemler alır, karşılaştığımızda ise kendimizi savunduğumuzu hissettiğimiz yöntemler geliştiririz. Bazılarımız sistemlerini çoğunluğun oluşturduğu düzene göre geliştirir ki daha nadir karşılaşsın eksikliği ile. Başarılı olmak, çalışkan olmak, uyumlu olmak, sevecen olmak vs. Kısaca içinde yaşadığı aile ve/ ve ya toplumun beklentilerine paralel yerlerde dolanmak gibi düşünebiliriz. Bazılarımız ise çoğunluğun oyunu alamayacağı yerlerde kalabilir. Bu iki ucun arasında bir yerlerde de olunabilir tabii. Ve her bir durumda kişinin tercihi bilinçdışının etkisinde bilinçli bir tercihtir. (Burada Jung’un bakış açısını merkeze koyarak yapıyorum bu değerlendirmeyi)
Çoğunluğun oyunu alamamış kimseler eksiklikleri ile daha sık karşı karşıya kalmak zorunda kalabilirler. Şöyle bir benzetme yapabiliriz; bu kişilerin üzerine giydikleri kumaş küçük parçalar halinde. En küçük bir hareket bile kumaşın kapattığı yerin açılmasına neden olabiliyor. Çoğunluğun oyunu alanların ise kumaşları büyük, daha geniş bir alanı daha uzun süre kapalı tutabiliyorlar.
Ben küçük kumaş parçaları ile kapamak istediği yerleri örtmeye çalışanlardanım. Büyük çoğunluğun oyunu pek alamadım. Ne ailemde ne içinde yetiştiğim toplumda. Kendime bir sürü minik minik kumaşlar edindim. Ve o yüzden üstüm başım sürekli açıldı, açılıyor. Kendime sürekli frikik veriyorum. Eksikliğimle ve kusurlarımla sıklıkla karşı karşıya geliyorum.
İşte yaşayan yazar okuyamamak da benim bir tür baş etme biçimimdi aslında. Çünkü yaşayan insan idealize edilemez. Hele ki bu çağda. Anında bir yerde saçma sapan bir özelliği, bir düşüncesi ile karşılaşabilirsiniz ve karşınızda görmek istediğiniz o mükemmellik temsili bir anda yıkılır. O yıkımı da kaldırmak zordur kusurlu olduğunu kabullenmekte zorlanan insan için. Ama ölmüş yazar mis gibidir. Canınızı sıkmaya yetecek bir noksanlıkla karşılaşsanız bile kolaylıkla rasyonelize edebilirsiniz. O dönemin konjonktüründe bakmak lazım deyip geçebilirsiniz. Böylelikle aynanın camına yapıştırdığınız ideal imaj ile kendinize bakmadan devam edebilirsiniz.
İşte benim yakışıklı, entelektüel, zeki, Cihangir-Nişantaşı muhteşemliği! Olarak zihnimde yer etmesini istediğim Orhan Pamuk romanlarında hep hayal kırıklığına uğratıyordu beni. Romanı uğratmıyordu aslında. Yazdıklarının ele verdiği gerçek Orhan Pamuk, zihnimdeki ile ters düşüyordu. O da bana insanın kusurluluğunu ve haliyle kendi kusurluluğumu hatırlatıyordu. Durduk yere huzursuz ediyordu beni.
Orhan Pamuk’la barışmamız:
Orhan Pamuk’u “ yaşayan yazar” temsili olarak kullanacağım yoksa kendisi ile kişisel bir meselem yok. (Keşke kişisel meselem olabilecek bir yakınlığım olsa)
Pamuk’la barışmamız, arkadaşımla bir kitap sohbeti esnasında “Ama o yazar ölmedi henüz, ben onu okuyamam” cümlesinin espri olarak ağzımdan bir anda dökülmesinden çok öncesine dayanıyor. (Burada da Freud’u analım) O yüzden bu durumu kendi hayatımda önemli bir yere koyuyorum.
Normalde böyle bir farkındalık anı benim işlerimi kolaylaştırır. Hem vaziyetin adını koyabilmiş olmak net bir yol haritası çıkarmamı sağlar hem de kendi yaralarıma entelektüel bir form vererek bakmak benim en temel baş etme mekanizmam olduğundan canımı yakmadan tertemiz çıkarım o ameliyattan. Yani bir tür uyuşturma yöntemi. Ve ben kendimi uyuşturmadan girdim o ameliyata. Beni rahatsız eden şeylere rağmen okuma kararı aldım. “Tahammül edebilmeyi öğrenmelisin!” dedim. Orhan Pamuk’a tahammül etme olarak çıktığım yol tabii ki kendime tahammül edebilme yoluna dönüşüverdi.
Orhan Pamuk okumak benim için artık keyifli. Kendisine ve eserlerine karşı fikrim değiştiği için değil. Bir insanın zaaflarını, idealize ettiği şeyleri, tüm entelektüel birikimine rağmen aşamadığı meseleleri görmek dünyamı yıkmıyor artık. Sanırım kendi kusurlarımla da aynı odada kalabilme sürem uzadı. Kusurlarımla barışmadım ve evreni kucaklamıyorum; yanlış anlaşılmasın. Sadece kusurlu ve eksik olarak da değer üretebileceğime inancım sahici bir yerden geliyor -gelebildiği zaman-.
Yaşayan tüm yazarlara uzun ömür diliyorum.